İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

CİNSİYET VE KİMLİK MÜCADELESİ

CİNSİYET VE KİMLİK MÜCADELESİ

Kimlik mücadelesi, ulusal, dinsel, mezhepsel, cinsel vb. şekillerde yaşamın bütün alanlarında sürmektedir. İnsanların, birbirlerinin doğuştan gelen ve tercih edilen bütün değerlerine karşı çıkmak yerine saygı göstereceği, eşit, özgür, adil, anlayışlı bir toplum oluşana dek bu mücadele sürecektir.

Doğuştan aynı biyolojik yapıya, benzer yetenek ve zekâya sahip, sadece cinsiyet ve cinsel yönelim farkları nedeniyle insanların bu kadar birbirlerine eziyet etmesi, ezmesi, ötekileştirmesi, katletmesi, yaşamı zindan etmesi nedendir?

KADINLAR VE SINIF MÜCADELESİ;

18. ve 19. Yüzyıllarda Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi gibi olayların etkisiyle erkeklerin yanında kadın ve çocuklarında fabrikalarda, işyerlerinde üretime katılımı artmış, bu durum sonucunda çalışma koşullarındaki eşitsizlikler çoğalmıştır. Kadınlar ağır çalışma koşulları, uzun çalışma süresi gibi konularda, sendika, dernek vb. örgütlerde erkeklerle birlikte, mücadele etmeye başlamıştır.

FEMİNİZM

Kadınların kimlik mücadelesi, birçok ayrı sınıf ve katmandan kadınları bir araya getiren ve birlikte mücadelenin gelişmesini sağlayan bir etki oluşturmuştur.

Böylece Feminizm akımı gelişmiştir. Feminizmin ilk ortaya çıkışı Fransa’da 1837’de, sosyalist Charles Fourier’in, gelecekte kadınların özgürlüğünü tanımlamak için kullandığı ‘feminisme’ kavramına dayanmaktadır. Ne yazık ki; birçok siyasal, toplumsal harekette, örgütlerde olduğu gibi feminizm de tek parça olarak örgüt ve mücadeledeki yerini alamamıştır. Siyah (black) feminizm, islami feminizm, batı feminizmi, radikal feminizm, sosyalist feminizm vb. gibi ayrı örgütlenme ve mücadele tarzlarıyla sürmektedir.

Kadınların kendilerine özgü sorunları bugün hala katlanarak sürmektedir. Toplumsal, feodal, dinsel baskıların yanında, birçok ülkede yasal olarak kadınların eşitlik ve özgürlüğünü kısıtlayan, iş, sağlık ve sosyal yaşamında dezavantaj sağlayan maddeler varlığını sürdürmektedir. Örneğin Sudan’da kadın sünneti bu günlerde ancak kaldırılmıştır.

KADINLAR VE KİMLİK/CİNSİYET MÜCADELESİ;

Kadınların üretime yoğun olarak katılmasıyla birlikte, aynı fabrikadaki/iş yerindeki erkelerden farklı, eşit işe eşit ücret, oy hakkı, annelik konumundan doğan hakları ve kadın olmalarından kaynaklı sağlık hakları gibi ayrı talepleri de gelişmiştir. Toplum içindeki erkeklerin yanı sıra, fabrikada ortak taleplerle birlikte mücadele ettiği erkeklerin bir kısmı kadınlara; evde, işyerinde, dışarda cinsel, feodal, dinsel baskı ve şiddet uygulayan, ev işlerinde kadını ezen, toplum içerisinde kadın kimliğini aşağılayan, mal ve cinsel obje gibi gören birine dönüşerek, taciz, tecavüz gibi insanlık dışı davranışlar göstermektedir. Bütün bunların sonucunda toplumda, evde birkaç kat daha fazla ezilen, hor görülen, aşağılanan kadınlar, sınıfsal mücadeleyi erkeklerle birlikte bütün olarak sürdürmenin yanında, kendilerine özgü taleplerle, eşitlik, özgürlük ve kimlik mücadelelerini ayrıca sürdürmenin yoluna gitmişlerdir.

Bu şekilde kadınların birçok örgütlenme ve eylem gerçekleştirmeleri sonucunda; 1910’da Kopenhag’da düzenlenen İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle, kadınların genel seçme ve seçilme hakkını savunan bir karar alınmıştır. Aynı konferansta, Clara Zetkin’in önerisiyle, 8 Mart 1857’de New York’ta greve giden dokuma işçisi kadınlardan 129’unun yakılarak katledildiği gününün, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılması kararı alınmıştır. Bu karardan yıllar sonra, 1977’de Birleşmiş Milletler 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü’nü olarak kabul etmiştir.

Toplumsal baskıların yanında, toplumun ileri kesimlerinde de, kadına yönelik eril zihniyetin kalıntıları halen sürmektedir. Erkelere hak olarak görülen eşitlik, özgürlük, demokrasi, serbestlik gibi kavramlar kadınlara hak olarak görülmemekte, kadınlara eşit birey gözüyle bakmak yerine, elde edilecek cinsel obje olarak bakılmaktadırlar. Bu durum hiç beklenmeyen kişi ve kurumlarda kadınlara, çocuklara yönelik mobbing, taciz, tecavüz, şiddet, cinayet ve istismar yaşanmasına sebep olmaktadır.

Erkeklerin sevgisi 2019 yılında dünyada 87000, Türkiye’de 474 kadın cinayetine neden olmuştur. Kadın Cinayetlerini durduracağız platformunun 2020 Mart ayı raporuna göre; kadın cinayetlerinin yaklaşık %50’si, kadınların evli ya da birlikte olduğu erkekler tarafından, %61’i evde işlenmiştir. Ne yazık ki kadınlar için en güvenli olması gereken ev, en güvensiz durumdadır. Kadınların ve kadın örgütlerinin takipçisi olamadığı, kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+ bireylere yapılan, birçok cinayet, şiddet, istismar, taciz, tecavüz, mobbing, aile içi tecavüz (ensest), vb. gibi davalar, eril zihniyet ve onun hazırladığı hukuk sistemi tarafından cezalandırılmamakta, ya da göstermelik cezalarla sonuçlandırılmaktadır. Bu tür olayların, toplumsal ve hukuksal olarak cezasızlıkla sonuçlanması nedeniyle toplumun geri bilinci cesaretlendirilmekte ve benzer olaylar artmaktadır. Ancak sıkı takip edilen, gündem oluşturulan olaylar davaya dönüşmekte ve olumlu sonuçlar elde edilebilmektedir.

Kadınlar bütün bu sorunlarla mücadelenin yanında, demokrasi mücadelesinde olduğu gibi, çocuklarla ilgili taciz, tecavüz, çocuk yaşta evlilik, tecavüzcüsüyle evlendirilme gibi konularda ve LGBTİ+ mücadelesinde de mücadeleyi omuzlamaktadır.

Cinsellik, söz konusu olduğunda ne yazık ki sağcı, solcu, ulusalcı, dinci, milliyetçi, hangi ırk, renk, inanç ve ideolojiden olursa olsun, çoğu erkeğin tutum ve davranışları değişmemekte, birbirine benzemektedir. Ve ne yazık ki bu tür davranışları gösteren erkekler arasında gizli/açık birbirini koruma “erkek dayanışması” görülmektedir.

Geleneksel, gerici erkek bakış açısıyla; sevgide, aşkta, evlilikte, özlemde, cinsellikte, güzellikte, övgüler dizilen, uğruna cinayetler işlenen, hapis yatılan, her şeyden vazgeçilebileceği söylenen, elde etmek için her şeyi göze alarak peşlerine düşülen, hatta dinler tarafından öteki dünyada en büyük ödül olarak sunulacağı vaat edilen kadınlara, ne yazık ki erkekler tarafından bu dünya zindan edilmektedir.

Bu gün hala kadınların kadın olmaktan kaynaklı sağlık hakları, anne olmaktan kaynaklı hakları, çalışma koşullarında eşit işe eşit ücret, liyakat, yönetici olma, fırsat ve imkân eşitliği hakları sağlanmamıştır. Bu çağda hala kadınların, çocuk yaşta zorla evlilik, tecavüzcüsüyle evlendirilme ile ilgili düzenlemeler, toplumda, sokakta, evde, ailede taciz, tecavüz, aşağılama, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve yasal dezavantajları devam etmekte, İstanbul sözleşmesi gibi kadınlar açısından hayati önem taşıyan ve Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu sözleşme uygulanmamaktadır.

Sendikalarda, siyasi parti ve örgütlerde, deneklerde, örgütlü tüm alanlarda erkeklerin ve eril zihniyetin baskınlığı açıkça görülmektedir. Kadınların bütün yapılarda, eşit yetki, sorumluluk ve temsiliyet talebini gerçekleştirme zamanı çoktan gelmiştir. Kadınlar cinsel, sınıfsal, eşitlik, özgürlük ve kimlik mücadelesini özünden koparmadan sürdürmelidir.

Kadınların haklarını geliştirebilmesi için her türlü feodal, gerici, muhafazakâr, eril zihniyete karşı feminist olan, olmayan tüm sınıf ve katmanlardan kadınlarla birlikte mücadele yürütmesi gerekmektedir. Kadınlara karşı bu bakış açısının değiştirilmesi, toplumun bilinçlendirilmesi için, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi dersler eğitim müfredatına alınmalı, tüm kişi kurum ve örgütlerle ortak çalışmalar ve eğitimler yürütülmelidir.

LGBTİ+ MÜCADELESİ;

Heteroseksüellik gibi, eşcinsellik ve LGBTİ+ yönelim de, doğada insanların beraber diğer canlı ve hayvanlarda da görülmektedir. LGBTİ+ ve eşcinsellik kavramlarının ortaya çıkması ve kendini kabul ettirmeye çalışması, tarihte insan olarak var olmakla birlikte başlar. LGBTİ+ tarihi ile ilgili en eski yazılı belgeler  M.Ö. 2000-3000 yılları arasındaki eski Mısır, Sümerler ve Hititlere kadar uzanmaktadır. M.Ö. 1400’lerden kalma bir Hitit yasa derlemesinde erkekler arasında evliliğe izin veren bir madde belirlenmiştir.

Batı uygarlığının eşcinselliği mahkûm etmesinin temelinde önce Musevilik, daha sonra Hıristiyanlık bulunmaktadır. Müslümanlıkta da benzer şekilde temelden reddedilmektedir.

LGBTİ+ bireylere hastalık, sapkınlık olarak bakılırken, LGBTİ+ bireylere, erkek çocuklara yapılan tecavüzler normal görülmekte, üstü kapatılmakta, cezalandırılmamaktadır. Eşcinsellik 1960’lı yıllarda ABD’de psikolojik bir hastalık olarak görülmektedir. LBGTİ+ mücadelesinin dönüm noktası, Eşcinsellerin o dönem gittiği az sayıda bardan biri olan, Stonewall Inn’e Haziran 1969’da düzenlenen rutin polis baskınıdır. Baskın sırasında çıkan ayaklanmalar eşcinsel hakları hareketinin miladını belirlemiştir. 4 gün süren olaylar sırasında yüzlerce kişi yaralanmış, çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır. Eşcinsel bireyler ilk kez “eşcinsel olmaktan utanmıyoruz” u ifade etmiştir. Bu olay Stonewall ayaklanması olarak bilinir. İlk Onur Yürüyüşü Stonewall Ayaklanması’nın birinci yıl dönümü olan 28 Haziran 1970’te, New York, San Francisco ve Los Angeles’ta eş zamanlı olarak düzenlenmiştir.

LGBTİ+ bireylere genellikle, doğuştan gelen bir genetik hastalık, bozukluk, psikolojik hastalık vb. şeklinde bakılmış, bu bireyler en ağır ceza ve işkencelere tabi tutulmuş, zorla tedavi edilmek için hormonlu ilaçlar içirilmiş ve çoğu kez bu uygulamalar ölümle sonuçlanmıştır. LGBTİ+ birey ve örgütlerin, onları destekleyenlerin yürüttüğü mücadele sonucunda bugün bazı ülkelerde bazı sonuçlar alınmış olsa da, genel olarak benzer sorunlar ve homofobi devam etmektedir. Dünya sağlık örgütü  çok geç bir karar olmakla birlikte, 17 Mayıs 1990 tarihinde, eşcinselliği “hastalıklar” listesinden çıkarmıştır. Bu gün o tarihten itibaren Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Gün olarak kutlanmaktadır. Hala LGBTİ+ bireylere hastalık ya da sapkınlık, psikolojik hastalık olarak bakanların sayısı ne yazık ki hiç de az değildir. Bireylerin LGBTİ+ olma nedenleri genetik ve biyolojik etkenlerle beraber, esas olarak yönelim olduğu kabul edilmeli, saygı duyulmalıdır. Toplum genelinin bakış açısının aksine, LGBTİ+ mücadelesi, var olan sistemin dini, ahlaki, gerici, tutucu temellerine karşı gelişmektedir. Bu mücadele sadece, sistem içi evlilik, özgür seks, seks işçiliği mücadelesinden çıkarılarak, cinsel tercih, cinsel özgürlük, eşitlik, özgürlük ve sınıf mücadelesi şeklinde genişletilmelidir. Mücadelenin başarıya ulaşması için, kendi özgülünde gelişmesinin yanında; bu mücadeleye destek veren diğer kişi ve örgütlerle birliktelik sağlanması, toplumun her alanında bilinçlenme ve duyarlılığın arttırılması için çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Kadınların erkeklerle birlikte olduğu her örgüt, kurul, komisyon vb. yürüttüğü eşitlik özgürlük mücadelesi, eş başkanlık, fermuar yöntemi gibi yöntemlerde, LGBTİ+ bireyler oranına göre temsil edilmelidir. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde olduğu gibi LGBTİ+ mücadelesinde de toplumun en ilerisinde olduğunu iddia eden kişi ve örgütler ne yazık ki bu konuda geri tutum sergilemektedir. Söz konusu kadın ve LGBTİ+ mücadelesi olduğunda, tıpkı egemen ve gerici bakış açısı gibi,  içlerinden feodal, dar, dinci, homofobik, eril zihniyet ve bakış açısı fışkırmaktadır.

Gerçek anlamda cinsel kimlik, cinsiyet ve cinsel özgürlük, genel anlamda eşitlik, özgürlük, sınıf mücadelesi kadınlar kadar, LGBTİ+ bireylerin, hatta onlar kadar feodal, gerici, dinci baskılardan bunalmış erkelerin de mücadelesidir aynı zamanda. Çünkü toplumda yaşayan herkes, bu baskıların zincirleriyle kuşatılmış durumdadır. Bu zincirler ancak, bu durumun farkına varan, ezilen tüm sınıf, katman ve cinsiyetlerin birlikte bilinçlendirilmesi ve mücadelesiyle kırılabilir. O halde hayatın her alanında eşitlik, özgürlük, adalet için birlikte mücadeleye!

#8martdünyaemekçikadınlargünü

#kadınlargünü

#lgbti+

#İstanbulSözleşmesiniUygula

#İstanbulSözleşmesiYaşatır

#6284uygulanacak

#kadınaşiddetehayır

#kadıncinayetlerineson

#kadıncinayetleripolitiktir

#BagimsizlarinUmudu

İlk yorum yapan siz olun

Bağımsız mısınız? Bize yazın...

Mission News Theme Compete Themes tarafından yapılmıştır.
%d blogcu bunu beğendi: