İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DOĞA VE İNSAN

DOĞA VE İNSAN

İnsanlar neden yaşadıkları gezegene, doğaya zarar verirler?

Yaşadığımız kovit-19 salgını dönemi birçok şeyin yanında insanlar ve tüm canlılar için en önemli olanın; temiz hava, gıda ve su olduğunu bir kez daha göstermiştir. İnsanların eve kapanmak zorunda kaldığı üç- dört aylık dönemde, doğanın kendini yenilemeye, eko sistemin yaralarını sarmaya başladığı açık şekilde gözlenmiştir. Oysaki insan dışındaki diğer canlıların birçoğu bir süreliğine doğadan çekilmiş olsalar, bırakın eko sistemin yaralarını sarmasını, canlıların yaşamının tehlikeye gireceği bilimsel bir gerçektir. Bu durum çok acı bir gerçeği açığa çıkartmaktadır. Doğaya en zararlı canlı ne yazık ki insandır. Yaşamın birçok alanında duruma göre insandan daha iyi veya insandan daha kötü bir canlı bulunmamaktadır. O halde insanların kötü yönlerini törpüleyip, iyi yönlerini geliştirmemiz doğa için iyi bir sonuç verecektir.

“Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.” Karl Marks

Tarihsel olarak baktığımızda insan nüfusunun çoğalarak, ihtiyaçların artmasıyla birlikte paylaşım mücadelesi çoğalmış; daha çok şeye sahip olmak, doğaya ve birbirlerine daha fazla hükmetmek istemeleri sonucunda da birbirleriyle ve doğayla olan egemenlik savaşı artmıştır. Bilim, teknik ve sanayinin gelişimi üretimi arttırsa da, kapitalizm koşullarında, bölüşümün adil ve eşit olmaması nedeniyle, kaynakların insanlar arasında küçük bir azınlık ve birkaç silah gücü yüksek emperyalist ülkede toplanmasına ve onların hizmetinde kullanılmasına yol açmıştır. Geçmişten bugünlere geldiğimizde durum aşağıdaki verilerde açıkça görülmektedir.

“Gıda Güvenliği Bilgi Ağı tarafından hazırlanan  2019 Küresel Gıda Krizleri Raporu’na göre 2018 yılında 53 ülkede yaklaşık 113 milyon insan yüksek düzeyde gıda güvensizliği yaşamıştır.”

“Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) “Dünyada Askeri Harcamadaki Eğilimler 2018” raporuna göre, savunma harcamaları, 1,8 trilyon doları aşmıştır.” Yani ülkeler, açlığa değil savaşa para harcamıştır. Ülkelerin ekonomi politikaları ve yatırım öncelikleri incelendiğinde, doğaya zarar vermeden, vatandaşlar çıkarına, yaşam kalitesini eşit ve adil şekilde arttırmak, açlık, yoksulluk, eğitim, sağlık sorunlarını çözmek yerine, bir grup azınlığın lüks çıkar ve önceliklerine göre üretim, hizmet, istihdam, yatırım, güvenlik politikaları izlendiği ve kaynakların oralara aktarıldığı, görülecektir.

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” Karl Marks

Doğayı hoyratça talan etmeden, zarar vermeden, insanların ihtiyaçlarının karşılanması, yaşam kalitesinin ve mutluluğunun arttırılıp; bilim, teknik, sanayi ve üretimin gelişmesini sağlamak mümkün müdür?

Üretime herkesin katılarak, kaynakların insanların ihtiyaç ve yararına kullanılması, adil ve eşit paylaşılabilmesi durumunda, insanların birbirleriyle ve doğayla savaşmasına gerek kalmayacağı çok net bir şekilde görülmektedir.

İnsanların refah içerisinde yaşayabilmesi, ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için doğaya zarar veren ağır, kirli sanayi, madencilik, teknoloji vb üretimlerin yapılması zorunluluk gibi gösterilmektedir. Bütün bunların gelişmesi için her enerji türüne dönüşebilen elektrik enerjisinin üretimi halen büyük oranda fosil yakıt (kömür vb), atom (nükleer) santral, hidroelektrik, doğal gaz vb santrallardan sağlanmaktadır. Yaşanılan nükleer kazalara, atom bombası deneyimine rağmen bu yöntem hala yoğun bir şekilde elektrik üretiminde ve savaş teknolojilerinde kullanılmaktadır. Küresel ısınma, soğuma, iklim değişikliği, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, asit yağmurları, çevre, su, besin ve hava kirliliği vb etkilerine karşı fosil yakıt kullanımı devam etmektedir. Kapitalist sistem ne yazık ki, teknoloji ne kadar eski ve zararlı olursa olsun, o alanda hedeflediği karı elde etmeden, yatırımlarını karşılamadan yeni teknolojiye geçmemektedir.

Elektrik enerjisinin kullanımı her alanda bir zorunluluktur ve bir şekilde üretilmelidir. Pe ki doğaya en az zararı vererek üretilemez mi?

Temiz enerjiyle çalışan araçlar diye propagandası yapılan elektrikli araçlar gerçekten temiz midir? Eğer bu aracı şarj eden elektrik enerjisi linyit kömürüyle üretiliyorsa, ortalama binek bir otomobilin 100 km yol gidebilmesi için yaklaşık 3,4 kg linyit kömürü yakılması gerekir. Bu durumda elektrikli araçlar gerçekten doğa dostumudur?

Dünyada ve ülkemizde yenilenebilir enerji kaynaklarına doğru bir yönelim başlamıştır. Bu kaynakların kullanımı çevre etkileri değerlendirilerek yapılmalıdır. Aksi durumda JES (jeotermal enerji santrali), RES (rüzgâr enerji santrali), HES (hidroelektrik enerji santrali-barajlar) vb.’ler de doğaya zarar veren hale gelebilir. GES (Güneş enerjisi santrali) ile elektrik üretimi, bireysel üretimin yaygınlaşmasıyla, fazla üretimin şebekeye aktarılabilir olmasıyla, teşvikler, desteklemelerle giderek zorunluluk haline getirilmelidir. Dünya güneş enerji potansiyelinin çok azını kullanmaktadır. Örneğin Almanya’da ortalama yılın 61 günü güneşlidir, Türkiye’de ise 61 günü güneşsizdir. Ancak Almanya Türkiye’nin 10 katı kadar fazla güneş enerjisiyle elektrik üretmektedir. Bu tür doğal enerji üretimine ağırlık verilmesi gerekirken çeşitli çevrelerin çıkarına uygun ekonomik gerekçelerle, bir süre alım garantisi verilen, doğal gaz çevrim santralleriyle elektrik üretimine ağırlık verilmiş, son yıllarda ekonomik olmadığı gerekçesiyle vazgeçilmiştir. Şimdi ise doğaya zarar veren, iklim değişikliğine, kuraklığa, bitki örtüsü değişikliğine, doğanın talanına, sebep olan, inşaat firmalarına iş imkânı sağlamaktan başka bir yararı olmayan, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere yurdun birçok yerinde irili, ufaklı alım garantili HES’lerin yapımı yaygınlaştırılmaktadır. Alım garantisi verilen HES’ler, köprüler, oto yollar, şehir hastaneleri, sanayi, enerji kuruluşları vb. gibi yatırımlar bir süre sonra ekonomiye katkı değil, dışa bağımlı büyük bir yük haline gelerek sistemi tıkayacak özellikler göstermektedir.

Sadece elektrik enerjisinin üretimi doğayı kirletmemektedir. Son yıllarda birçok yerde, doğanın dengesi düşünülmeden, tarım, orman, sit alanı, milli park, tarih, doğa mirası, sahiller, dere yatakları, fay hatları vb. gibi korunması ve önlem alınması gereken yerler; siyanürlü altın madenciliği, barajlar, taş ocakları, sanayi alanları, köprüler, yollar, yerleşim alanları şekline dönüştürülmektedir. Doğa tahrip edilerek, nehir yatakları değiştirilmekte, su kanalları yapılmakta, ormanlar yok edilmekte, plansız inşaatlar yapılmakta, doğaya geri dönülmeyecek zararlar verilmekte, deprem ve sel felaketlerindeki kayıplar artmaktadır. Bu durum bir yandan da bu bölgelerde yaşayan insanlarda doğaya sahip çıkma bilincini geliştirmekte, doğayı savunarak çevre ve ekoloji mücadelesinin gelişmesini sağlamaktadır.

İnsanların doğayla savaşı sadece enerji, petrol, plastik, kimyasal maddeler, sanayi, teknoloji maden vb. üretim alanında olmamaktadır. İnsanları, canlıları, doğayı tehdit eden, GDO’lu bitkiler, hayvanlar, gıdalar, hibrit tohum, horman vb. alanda da olmaktadır. Dünyada tohum üretimini elinde bulunduran birkaç ülke ve firma, nerdeyse dünyada yerli ve doğal tohum, gübre vb. ile tarım, hayvancılık yapmayı yasaklar boyutlara gelerek tekelleşmiştir.

Bilim, teknik, sanayi, madencilik, tarımdaki gelişmeler; doğa ve insanların öncelik, ihtiyaç ve yararları gözetilerek planlandığında, maliyetten kaçınmadan, yenilenebilir, dönüşebilir, zehirsiz, zararsız kaynaklara yönelim olacak, üretim doğa ve insana zararsız hale getirilebilecektir. Ancak kapitalizmde öncelikli amaç; düşük maliyet, yüksek kar elde etmektir. Bunun sonucu olarak, üretilen ve kullanılan doğaya yabancı ürünler, bileşikler, maddeler, madenler, gazlar, zehirler, petrol ve plastik ürünleri, GDO’lu ürünler, hibrit tohumlar, nükleer, kimyasal, manyetik, radyoaktif maddeler, yüksek frekanslı telsiz ve kablosuz teknolojiler vb. doğaya ve insan sağlığına geri dönüşü olmayan zararlar vermektedir. Maliyeti düşürmek için üretim aşamasında işçi sağlığı ve iş güvenliği yok sayıldığı gibi, atıkların, geri dönüşümü, filtrelenmesi, ayrıştırılması, depolanması ve güvenliğinin sağlanması gerektiği şekilde yapılmamaktadır. Öncelikle kar değil, doğa ve insan sağlığı düşünüldüğünde, tüm bu üretimler, bilimsel gelişmelerle, yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilerek, önlemler alınarak, daha zararsız yapılabilir. Doğa insanlara değil, insanlar doğaya uyum sağlayarak yaşamasını öğrenmelidir. Aksi takdirde su, hava, çevre ve insan sağlığı tehlikeye girmektedir. Bütün bunların sonucu olarak o alandaki doğa ve insan sömürüsü bittiğinde, o çevrede yaşayan insanlara; doğayı, canlıları, insan sağlığını tehdit eden felaketler, salgın hastalıklar, fakirlik, çöplüğe dönüşen çevre ve yaşam alanları kalmakta, ortaya çıkartılan zenginlikler, güzellik ve değerlerden bir avuç ayrıcalıklı azınlık yararlanmaktadır.

İnsanların birbiriyle ve doğayla savaşmasının sebebi sadece ihtiyaçlarının karşılanmaması değil, birkaç doyumsuz emperyalist ve kapitalist ülkenin ve küçük bir mutlu azınlığın, insanlara ve doğaya hükmetme, her şeye sahip olarak kendi hizmetlerine sunma, lüks ve bolluk içerisinde yaşama, isteklerinden gelmektedir. Daha yaşanılır bir doğa için, ağaçlar için, hayvanlar için, insanlar için Dünya’mıza sahip çıkalım. Çünkü Dünya sadece insanlar içindeki küçük bir ayrıcalıklı azınlığa değil, tüm canlılara aittir!

Dünyamız, doğa korunarak, bütün canlıların sağlıklı ve mutlu şekilde yaşamasına yetecek büyüklük ve zenginliktedir. Yeter ki eşit, ve adil olarak üretip, paylaşalım!

Daha yaşanılır bir dünya mümkün!

Bağımsızların Umudu…BU!

İlk yorum yapan siz olun

Bağımsız mısınız? Bize yazın...

Mission News Theme Compete Themes tarafından yapılmıştır.
%d blogcu bunu beğendi: